KİTAP ÖNERİLERİ

İskender Pala-Od

<p>BİR YUNUS ROMANI “OD”</p> <p> Yunus Emre bir halk adamı, bir derviştir. Derviş Hakk aşığıdır, bu sebeple o, insanları da Hakk’ın tezahürü oldukları için sevmek durumundadır. Yunus’un aşkı her şeye yönelik pek güçlü bir duygudur. Aşk, evrenin yaratıcısına yönelik olduğu kadar yaratıcıdır da. Yunus, bizlerin ilâhî olandan ayrı olmadığımızı, yani “varlığın birliğini” kabul eder. Tüm insanlar ilâhî varlıklardır ve onların eşitlikleri, nihai noktada, onların ilâhî oluşlarında saklıdır. Yunus’a göre, insanlara hizmet etmek nihai ahlâkî idealdir ve birey herkesin yararına çalışırken, kendisi için en yüksek iyiye ulaşır.</p> <p>İskender Pala “OD” kitabında bizlere, çoğumuzun ismini mutlaka duyduğu, en azından bir şiirini dinlediği fakat hayatı ve yaşadığı dönem hakkında çok az şey bildiğimiz Yunus Emre'yi, Bizim Yunus'u anlatmıştır.</p> <p>Biz Yunus Emre'yi şiirleri ve yüce gönlü ile bilirdik sadece. Oysaki İskender Pala, Yunus Emre'nin o mertebeye ulaşana kadar hırsıyla, aşkıyla ve hatalarıyla sıradan bir insan olduğunu bize göstermiş, yürüdüğü yolda çektiği sıkıntıları, kıtlığı, sefaleti, aşk acısını, evlat acısını, baba-dede özlemini Yunus Emre'nin oğlu İsmail'in ve Molla Kasım'ın dilinden bizlere aktarmıştır. Od, Yunus Emre'nin yanı sıra Tabduk Emre'yi, Mevlana'yı, Hacı Bektaş-i Veli'yi de tekrar anlamamızı sağlayan bir eserdir. Günümüzde 6 farklı Yunus Emre hayatı karşımıza çıkarken on farklı yerde de mezarı olduğu söylenmektedir. Kimi yerlerde medreseli olduğu eğitim aldığı belirtilmektedir. Bu kitapta ise yazar onun rençper kimliği ile ele almıştır.</p> <p>Yunus’un yaşadığı dönemlerde açlık sefalet ve kıtlık vardır. Aynı zamanda Moğol istilası da söz konusudur. Köyünde yiyecek hiç bir şey kalmayınca öküzünün heybelerine alıç doldurup Hacı Bektaş-ı Veli’nin kapısına gider. Hacı Bektaş kendisine hoş geldin der ve O’nu ağırlar. Yunus, kendisinin alıç getirdiğinin azımı çoğa sayıp karşılığında buğday istediğini söyler. Birkaç gün dinlendikten sonra gitmek istediğini söyler. Hacı Bektaş istersen sana buğday yerine nefes verelim, nefes hayattır der. Yunus Emre bunu kabul etmez. Hacı Bektaş’ı birkaç kez ısrarına rağmen Yunus kabul etmez ve iki öküz buğday yükü ile yola çıkar.  Köyüne vardığında köyün Moğollar (Çekikgöz) tarafından saldırıya uğradığını fark eder. Eşi Sitare’yi ve Oğlu İsmail’i arar. Ancak Sitare’nin öldürülmüş olduğunu görür. Oğlu İsmail’i bir kuyuda bulur. Sonra aklına Hacı Bektaş’ın nefes vereyim sözü aklına gelir ve hata yaptığının farkına varır. Oğlu İsmail’i Satı Nine’ye bırakıp geri döner ve nefes ister. Hacı Bektaş-ı Veli’de ona o kapının kapandığını ve anahtarının da artık kendilerinde olmadığını söyler ve ne istiyorsa gitsin Tapduk Emre’nin kapısından alsın der<a name="_GoBack"></a>.</p> <p>Yunus yollara düşer ve Tapduk Emre’nin yerini yurdunu herkese sorar. Bu arada aklında kaybettiği Sitare’si ve oğlu İsmail var. Yunus, Allah ile olan dostluğu yeniden kazanmak için onu bulmak zorundaydı. Allah’tan kaçmak yerine Allah’a kaçmanın rehberliği için yolunu izini arıyordu. Yunus eşi Sitare’yi kaybetmişti ama gönül aynasında Sitare’nin görüntüsü vardı. Hatta zaman zaman Sitare’nin görüntüsünün yerine yeni bir görüntü koyabileceğini düşünüyordu ki birden hata yaptığının farkına vardı ve ağladı “Tövbeler olsun Rabbim: bana Sitare’den güzel suret gerekmez, ancak Sen’in suretin olsun!” bu aşamadan sonra Yunus’un içinde hep Sitare yaşamış ve yol göstermiştir. Yola devam ederken yoldaki kervanlara hem Tapduk Emre’yi soruyor. Hem de köyünü soruyordu. Köyünün tamamen yıkıldığın öğrendiğinde hem oğlunu hem de Allah’ın sabrını deneğini düşündü. Oğlu İsmail kaçırılmış ve köle pazarında satılmıştı. Oğlu da babasını kendisini kurtaracağını inanıyordu ama babası gelmedi. İsmail köle pazarında bir işkenceci tarafından satın alınmıştı. İsmail’e Samuel adını vermişti ve onun iyi bir işkenceci olmasını istiyordu. Bu cellâtlık konusunda ne varsa İsmail’e öğretti. İsmail hep babasının neden onu terk ettiğini veya neden gelip onu bulmadığını düşünüp duruyordu. Yunus bu arada Tapduk Emre’yi unutmuştu oda oğlunu aramaya başlamıştı. Bir yıl boyunca oğlunu aradı. Hatta Alamut fedaileri ile kaldığı bir handa onlarda oğlunu bulma yönünde söz aldı. Bu arada yolda yürürken Sitare’si ile karşılaştığı ve onunla geçirdiği zamanlar gözüne geldi. Bir zaman böyle geçti. Sitare ona sen artık şu görünen köye git ve ilk karşılaştığın kişiyi kendine rehber edin dedi. İsmail’i buldurmak isteyen Allah elbette buldurur, kalbini ferah tut, kimsesizlerinde bir kimsesi vardır.</p> <p>Yunus bir gece misafir olarak kaldığı evden yaşadığı süreç onu Tapduk Emre’ye götürür. Tapduk Emre Yunus’u görünce Hey Aslan’lı yadigârı çok geç kaldın der ve ‘Hele bak, ne eksikse; dağdan odun getir, kuyudan su!’ diye Yunus’a söyler ve ilk öğüdünü verir. Derki “yanlış olan, zor olan, hüsrana götüren kulun hata yapması değil, hatada ısrar etmesidir. Allah’ın bir değil, bin tövbe kapısı vardır. Var işini doğru yap, bu dergâhta adını güzellikle andır. Özünü tevhide döndür, yüzünü Mevla’ya döndür.</p> <p>Yunus’un dergâhta kaldığı oda arkadaşı ve ilk hocası bir çekik gözdü. Yunus onu gördüğünde nasıl bir sınav geçtiğini düşünmeye çalıştı. Tüm ailesini onların yüzünden kaybetmişti. Zaman içinde ismini Abakay Derviş olarak öğrendiği çekik gözle dostluğu ilerliyor ve ondan bitkilerden ilaç yapımı zehir yapımı konularında bilgiler öğreniyor. Yunus dergâhta sürekli odun getirme görevini üstlenmişti. Tapduk Emre’yi görme ve zikirlere katılma şansı az oluyordu. Tapduk Emre’nin Yunusa ilk verdiği Zikir ise bilmem Zikiri idi. Daha sonra Allah, ardından Hu, sonra Hak ve nihayet Hayy zikirleri gelecekti. Bu tezkiye için yaptığını biliyordu sıralamayı. Ormanda odun taşıma esnasında doğayla bir olmaya başlamıştı. Ağaçlarla hayvanlarla konuşuyordu. Abakay dervişten öğrendiği şifalarla ormandaki yaralı tüm hayvanları tedavi ediyordu. Öyle bir aşamaya gelmişti ki yaralı hayvanlarla onu gelip buluyordu. Tapduk Emre’nin huzuruna varalı iki yılda olmuştu. Bu süreç içinde oğlu İsmail ve Sitare’sini çok özlüyordu.</p> <p>Tapduk Emre’nin huzuruna varan Çelebiler, Karaman’da köle olarak satılan bir çocuktan bahsederler. Yunus yapılan tarife göre Oğlu İsmail olduğu düşünür ve Çelebilerle beraber yola çıkar. Çelebilerle beraber yolda iken onların sırları çözmeye çalışır ama bir türlü bunu başaramaz. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Konya’da Sultan’ın huzuruna çıkarlar. İçerisi altın dolu sandığı Sultan’a verirler. Sultan Çelebi’ye altın senin evinde bulunmuş bunlar senindir der. Çelebide Haş’a sultanım Allah’tan gelen yine Allah içindir. Ben hiçbir şeye sahip ve malik değilim; her şeyin malik ve sahibi Allah’tır. Hayy’dan gelen Hu’ya gider. Ben geri götüremem der. Sultan’da hazineyi kabul etmedi ve vekilharcını çağırarak tüm yoksullara dağıtılmasını emretti. Yunus bu durumda ne kadar çok yoksul olduğunu gördü, haline şükretti ve çelebilerin Allah’ın yeryüzündeki temsilcileri olduğunu anladı. Onların amacı yoksul insanlara yardım etmekti.</p> <p>Yunus, Çelebi ile beraber Konya’da Cuma namazı kılmaya gider, burada Mevlana’nın vaazını dinlerler. Vaaz sırasında Mevlana Yunus’u fark eder. Vaazdan sonra yanına gelir ve onların arasında namaz kılar ve sonrasından derin bir sohbete dalarlar ve karşılıklı şiir okurlar. Mevlana, Yunus’un gönlündeki Sitare aşkını gördü ve Ona “Yıldızdan geç Yunus, artık güneşe bak” dedi. Daha sonra Tapduk Emre’yi sordu Yunus’a bir süre daha sohbet ettiler. Ayrılırken Mevlana Çelebi Faruk’un kulağına bir şey fısıldar ama Yunus cesaret edemediği için ne söylediğini bilemedi ama çok merak etmişti.</p> <p>Yunus’un İsmail artık 15 yaşlarına gelmişti. İşkenceci ustası ona her türlü işkence türünü öğretmişti. Hatta İsmail kendiside işkence aletleri geliştirmişti. Bir taraftan babasını özlüyor bir taraftan babasından intikam almak istiyor. Allah’ı sorguluyor. Bir gün işkence için Alamut fedailerinden biri getirdiler. Ustası bir türlü konuşturamadı. İsmail tutsak senindir konuştur onu dedi. İsmail’in hoşuna gitmişti ilk kez kendi başına yapacaktı. Ancak, bir şey bunu yapmasını engelliyordu. Alamut fedaisi İsmail’i tanımıştı. Babasının onu aradığından bahsetti ama İsmail’i bir türlü inandıramadı. Uzun konuşmasının ardından ne olduğunu anlayamadan İsmail gözünü açtığında Alamut fedaileri tarafından kaçırıldığını anladı.</p> <p>Yunus, Karaman’daki gördüğü çocuğun oğlu olmadığına üzülmüştü ama çocuğun kaderi de oğlununkine benziyordu. Onu alıp dergaha getirmek istemesine rağmen sahibi onu vermek istemedi. Yunus’a dergâhta artık su taşıma işi verilmişti. Artık dergâhın su ihtiyacını karşılıyordu ama bu iş Yunus’u yoruyordu. Taşıdığı kaplardan dolayı sırtında yaralar oluşmuştu. Tapduk Emre’nin kendisine değer vermediğini düşünüyor diğer müritlerle kendisini kıyaslıyor ve değersiz hissediyordu kendisi ve ayrılmaya karar verdi. Köyüne dönüp oğlunu aramalıydı ve Sitare’nin mezarına taş koymalıyım diye düşündü. Dergâhtan ayrıldı. Bir süre yol aldıktan sonra iki kişiye denk geldi. Konuşmalardan onların iyi birisi olduğunu anladı. Onlar abdal olan insanlardı. Allah adına insanlara yardım ediyorlardı. Yunus onlarla beraber geceyi geçirmek için gitti. Gündüzleri bağda, bahçede insanlara yardım edip çalışıyorlar. Akşam oldu mu mağaraya geri dönüyorlar. İlk akşam Yunus düşünüyor yiyecek bir şey yok. Sonra birden sofralık kurulduğunu fark ediyor. Hem şaşırıyor hem korkuyor. İki üç akşam böyle devam ediyor. Sonra sıra Yunusa geliyor. Abdallar diyor sıra sendedir Yunus şaşırıyor ve sonunda dua ediyor. Duasında Allah’ım bunlar kimin yüzü hürmetine dua ettilerse onun yüzü hürmetine rızk ver diyor. Bir anda her taraf yemek doluyor her zamankinde kat kat fazla. Abdallar şaşırıyor. Sen kimin için dua ettin diye soruyor. Yunus’ta siz söyleyin diyor. Onlarda biz Tapduk Emre’nin kapısında yıllar yılı odun taşıyan bir Yunus vardır, onun hürmetine dua ederiz ve çok şükür her zaman nimet gelir. Yunus nasıl bir hata yaptığının farkına varır. Nasıl geri döneceği ve tekrar kabul edilip edemeyeceğini bilemez ve Arslanlı hünkârdan yardım almak için Sarıcaköy’e gider. Ancak burada Arslanlı Hünkârı bulamaz. Ne olursa olsun geri dönmeye karar verir. Dergâha vardığı zaman müritler onu istemez ve suçlayıcı davranışlarda bulunurlar. Hatta Yunus zorladıkça onlarda güç kullanmaya başlamışlar. Yunus kendinin yine bir sınavda olduğunu veya Tapduk Emre’nin kendini affetmeyeceğini düşünür. Ormanda yalnız iken birden yanına Abakay derviş yanına gelir ve ona sabır etmesini söyler. Daha sonra Ana bacı yaklaşır ev Yunus’a derki sabah namazı eşiğin kapısına yat. Tapduk Emre sabah namazı için abdest almaya dışarı çıkar. Eşik sana değince bana sorar. Kim var orda diye. Bende Yunus derim, eğer hangi Yunus derse seni affetmemiştir, gidersin buralardan yok bizim Yunus mu derse bil ki seni affetmiştir ve elini öpersin. Yunus ana bacının dediğini yapar ve Tapduk Emre aynı şekilde Bizim Yunus mu? Diye sorar ana bacı evet der. Yunus Emre Tapduk Emre’nin eteğini öper yeniden birlikte olurlar. Tapduk Emre Yunus’a sorar. Bu kadar yıl ne kazandın Yunus?</p> <p>“Nefsime tatbik ettiğim ve hiçbir şeyle değişmeyeceğim dört kaide öğrendim der. Tapduk Emre bu dört şeyin ne olduğunu sorar.</p> <p>Birincisi, ben öldükten sonra da benimle gelecek olan iyiliği seçtim. Sizden devşirdiğim ilk dostum iyilik oldu. O beni hiç yalnız bırakmadı.</p> <p>İkincisi, dünya zevklerinden geçici emellerinden ve mallarından O’nun aşk oduna, hakiki aşkın oduna yöneldim.</p> <p>Üçüncüsü,  hiçbir hatamda kimseyi suçlamayacaktım. Gözlerimi daima içime çevirecektim. Böylelikle nefsimle bir savaş başlattım.</p> <p>Dördüncüsü, hakça bölüşmeyi ve başkasının hakkını almamayı kendine düstur edindim der.</p> <p>Tapduk Emre derki; Ah be Yunus ah be aslanlı yadigârı bu dergâha geldiğinde dünya koktuğunu söylemiştik. Biz seni burada Cenabı Hakkın huzuruna açacaktık. Sen gittin kendin açtın geldin der.  Şimdi sana eksik kalan beşinci desturu verme zamanı geldi. Hacı Bektaş’ın teklif ettiği nefesi vermek bizden der.</p> <p>Bu arada Yunus’un oğlu İsmail’i Alamut fedaileri Hacı Bektaş’ın dergâhına bırakırlar. Burada babasını bulabileceğini söylerler. Ancak İsmail belli bir süre burada kaldıktan sonra buranın kendisine uygun olmadığı hatta babasının bir derviş olamayacağını düşünüp buradan ayrılır. Belli bir süre dağlarda gezer mağaralarda kalır. Bir gün çekik gözün elinden 30 tane genci kurtarır ve onlardan 16 ‘sı ile bir grup oluşturur. Bu arada babasına hem özlem duymakta hem de intikam almak isteyen duygular beslemektedir.</p> <p>Yunus Emre’nin Tapduk Emre ile ikinci buluşmasından sonra artık odun ve su taşımaz ve Tapduk Emre’den ilim ve irfan dersleri almaya başlar ve süreç dervişlik yolunda zirveye kadar gider. Sonraki yıllarda uzun süren kuraklık devri bitmişti. Yağmurlar bol yağmış ve ekinler çoğalmış ve zulüm daha azalmıştı. Tapduk Emre’nin kapısında Horasan’dan 40 tane pir gelir. Tapduk Emre bunları ağırlar. Akşam yapılan zikirlerden birinde Guyende’nin sesinde sorun olunca Yunus söylemek durumunda kalır. Zikir sonunda herkes kendinden geçmiş ve mest olmuşlardı. Dergâhtaki herkesin iltifatını aldı. Misafirleri göndermenin vakti gelmişti. Tapduk Emre Misafirlere hediyelerini vermesi için Faruk Çelebi’ye söyler. Her birinin heybesine akçeleri koydu. Yunus bu akçelerin kırk farklı memlekette dağıtıldığını gördü ve gönül gözünün açıldığını anladı. Bu arada Tapduk Emre ile Çelebi arasında Mevlana ile söz geçer, Tapduk Emre, Mevlana’nın yerine kimin geçtiğini sorar. Çelebide Veled Çelebi sultanın geçtiğini sorar. Bu esnada Yunus geçmiş dönem sürekli olarak Çelebi’ye sormak istediği soruyu sorar. Konya’da beraberken Çelebi’nin kulağına eğilmiş Mevlana bir şeyler söylemişti Yunus bunu merak edip dururdu sonunda Çelebiye sordu. Çelebi tam anlatmak üzere iken misafirlerden biri geri dönüp Yunus’u birine benzettiğini söyler. Tapduk merak eder sorar kime benzettin diye? Yesevi ocağından beraber çıktığımız Taybuga’ya benzer der. Yunus çok şaşırmıştır. Çünkü bahsettiği kişi dedesidir. Tapduk Emre Yunus’a dedesini anlatır. Onun kırk yıl evvel Yunus’un bu kapıya geleceğinin söylemiştir. Bu yüzden sen bizim Yunus’sundur. Bu arada Faruk Çelebi Mevlana’nın tam olarak ne dediğini aktarır. Mevlana, sufilik yolunda hangi makama erişmişsem şu Türkmen kocası Yunus’un ayak izini orda gördüm. Yunus damarlarından kanının çekildiğini hissetti ve yanı başındaki kuyuya düştü. O kuyuda uzun yıllardır kurumuş olan bir kuyu idi ama şimdi su ile dolu idi.</p> <p>Yunus artık hem bir ozandır. Sürekli aşk’a dönük şiirler söyler. Tapduk Emre ona, söyle Yunus dağlara, taşlara, yollara, kurtlara kuşlara, kalplere söyle diyor. Bu vesileyle Yunus’un artık gitmesi gerektiğini söyler. Yunus’ta bunu anlar ama gitmek istemez.  Ancak Tapduk Emre artık ikisinin aynı dergâhta olamayacağını söyler. Yunus’a her tarafı dolaş der. Yunus dergâhta ayrılır ve yollara düşer. Öncelikle köyüne gider orda yeniden hayat kurmaya çalışır ve bunu başarır. Burada şifacılık yönü ön plana çıkararak insanları köye toplar. Daha sonra Tapduk Emre’nin dolaşma gerektiğini hatırlar ve yollara tekrar düşer. Yunus Emre gittiği kapılarda sık sık dedesi Taybuga’nın adını duyuyordu. Yunus söylediği mısralar konakladığı dergâhlardaki dervişlere rehber olduğu gibi oralardan taşıp başka yurtlara gidermiş. Hatta bir gün çobanın koyunlarına onun mısraları ile konuştuğuna şahit olur. Çoban koyunlara;</p> <p>“Dağlar ile, taşlar ile/çağırayım Mevla’m seni/seherde kuşlar ile/çağırayım Mevla’m seni/sular dibi mahi ile/sahralarda ahu ile/Abdal olup ya Hu ile/çağırayım Mevla’m seni” Yunus ne yapacağını şaşırır. Çünkü tüm koyunlar gözlerini çobana çevirip durmuşlardı ve onu dinliyorlardı. Yunus Allah’a şükür eder ve sorumluluğunun ne kadar artığının farkına varır.</p> <p>Yunus Emre Anadolu’nun her tarafını dolaşıp dergâhlara uğrar ve belli süre dergâhlarda konaklayarak dervişlerle zikir törenleri ve eğitimler verirdi. Bursa’da geyikli baba türbesine gider. Burada Turakçın isimli dervişle yoluna devam eder onu oğlu yerine koyar. Tapduk Emre’nin manevi eşiğini giderler ve her gün kabrinde dualar ederlerdi. Kırşehir’e oradan Ihlara vadisine geçerler. Hıristiyan papazlarla sohbet edip, buradaki insanlara İslamiyet adını vermeden Allah ve insan sevgisini kalplerine koymaya çalışıyorlardı. Zaman içinde Anadolu’da yine zulüm ve kuraklık hâsıl olmuştur. Zulüm gören insanlara yardımcı olmak için sürekli il il geziyorlardı.</p> <p>Yunus’un oğlu ile karşılaşma zamanı gelmişti. Trukçan ile Yunus beraber subaşına yaklaşırken, İsmail ve çetesi ikisini Alamut fedaisini tuzağa salar ve onlara saldırmak için Fırat kollarlar. Aslında oğul İsmail farklı bir şey olduğunu seziyordu. Trukçan asasını kılıç gibi kullanıyordu. İsmail’in çetesi saldırıya geçti. Ancak Trukçan asasıyla okları ikiye bölüyordu. Yunus Emre sadece izliyordu. Tüm elemanların öldüğünü gören İsmail okunu fırlatarak Trukça’nın boğazından vurur. Yunus Emre hemen yanına gider. Bir türlü anlam veremez çünkü Trukçan istese o oku ters çevirip geri atan kişiye gönderebilirdi. Trukçan son nefesinde Yunus’a onun oğlu İsmail olduğunu söylerler. İsmail ilk başta babasına başta çok tepki gösterse de sonra babasını anlar. Yunus oğlundan köye kendisini köye götürmesini ister. Yunus ve oğlu beraber köye giderler ve burada kendi dergâhlarını kurarlar. Yunus’a dervişler bir gün sorarlar kaç adet şiir yazdın? Yunus önce hafif gülümsedi. Sonra eliyle “hiç saymadım ki!” der gibi işaret yapar ve “sevgiliye gidecek hediyeyi saymak yakışık almaz öyle değil mi?” der.</p> <p> </p> <p>İnsan, Yunus’a göre fani dünyaya meyletmeyip ondan uzaklaştığı yani varoluşsal benliğine (nefs) yabancılaştığı ölçüde olgunlaşarak, Hakk’a yaklaşacak ve O’nu kendi içinde bulacaktır. Zira nefs Tanrı ile insan arasında bir perde olduğu için nefsi kontrol altında tutmak gerekir. Tasavvuf, nefsin öldürülmesi değil, onun derece derece terbiye edilmesi esasına dayanır. Ancak nefsin olgunlaşmasını önleyen kibir, cimrilik, öfke, gıybet, haset gibi engeller vardır. Bu engellere karşı verilen meşakkatli sınavda Yunus, doğruluk ve kanaatkârlıktan vazgeçilmemesi gerektiğini söyler.</p> <p>Ünal kaya</p>