KİTAP ÖNERİLERİ

Ahmet Hamdi Tanpınar

<p>                                                               BİR ŞAİRİN YAZIN ÖYKÜSÜ</p> <p>                Kalemiyle insanın, medeniyetlerin, sanatın izinde yürüyen, doğal olandan ayrılmadan estetiği, insandan bağımsız düşünmeden medeniyet mefkûresini rehber edinen, inandığı yolda beklentisi olmadan yürüyen yılmaz savaşçı…  Edebiyat tarihçisi, eğitimci, şair ve romancı; Ahmet Hamdi Tanpınar…</p> <p>                Ahmet Hamdi Tanpınar aslen Batumlu olan Kadı Hüseyin Fikri Bey’le Nesime Bahriye Hanım’ın üçüncü çocuklarıdır. Çocukluğu ve ilk gençliği Kadı Hüseyin Bey’in görev aldığı Anadolu şehirlerinde geçer. Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya Tanpınar’ın çocukluk dünyasında insanı ve doğasıyla derin izler bırakır. Bu ona yalnızca büyük şehir kültürünü değil; taşra insanını, kültürünü, tarihini, doğasını, sosyal yaşamını tanıma şansı da sunar. Kendisi de bunu şöyle anlatır: <strong><em>“Ergani’den sonra Sinop’a gittik. Orada denizle dost odum. Çocukluğumun en büyük zevki bir berzahta kurulu şehrin iki yanındaki deniz kıyısında oynamaktı. Siirt’te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım… Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi muhayyilem hep yıldızlarla meşguldü. Sırrın içinde yüzerdim. Buna akşam saatlerinde uzak dağların o korkunç yalnızlığını, o ezici morluğunu ilave edin…”</em></strong></p> <p>                Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği, Mondros Ateşkes Anlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğunun tasviye sürecinin başladığı günlerde Ahmet Hamdi Tanpınar yüksek tahsilini yapmak üzere Antalya’dan İstanbul’a gelir. Bir yıl Halkalı Ziraat Mektebi’nde öğrenim gördükten sonra, önce Darülfünûn’un Felsefe Bölümü’ne kaydolur. Ardından Yahya Kemal’in Edebiyat Fakültesi’nde hoca olduğunu öğrenince Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne geçer. Bölüm hocaları; Cenap Şahabettin, Ferit Kam, Hüseyin Daniş, Necip Asım, Fuat Köprülü gibi alanlarında söz sahibi olan eğitimcilerdir. Edebiyata temayülü yüksek olan Ahmet Hamdi’yi en çok etkileyen isim kendisinin de belirttiği gibi Yahya Kemal Beyatlı olur. <strong><em>“Şiirde ve fikirde ilk ve galiba yüzünü gördüğüm son hocam Yahya Kemal oldu. Haşim’i daha evvel okumuş ve sevmiştim. Bu iki şair bana kendilerinden evvelkileri unutturdular. Yahya Kemal’in derslerinde –fakülte hocamdı- ayrıca eski şiirlerin lezzetini tattım. Gâlib’i, Nedîm’i, Bâkî’yi Nâilî’yi ondan öğrendim ve sevdim. Yahya Kemal’in üzerimdeki asıl tesiri şiirlerindeki mükemmeliyet fikri ile dil güzelliğidir. Dilin kapısını bize o açtı…”</em></strong> Üniversite hayatına Yahya Kemal hayranlığıyla başlaması, Darülfünun’da onun öğrencisi olması, Mütareke yıllarında onun fikirleri ve duygularını görmesi onun sanat hayatında büyük etkiler yaratır.</p> <p>                Şiirde mükemmelin peşinde koşmaya kararlı bu genç şair için Mütareke yılları İstanbulu’nun en önemli yayınlarından biri olan Dergâh dergisi ikinci bir okul olur. Bu dergide hocası Yahya Kemal, Ahmet Haşim gibi usta isimlerin yanında Yakup Kadri, Nurullah Ataç ve Ahmet Kutsi gibi genç edebiyatçılarla tanışma ve şiir estetik tartışma imkânı bulur.</p> <p>                  1923 yılında Şeyhi’nin Hüsrev ü Şirin mesnevisi üzerine yaptığı tez çalışmasıyla Darülfünun’dan mezun olur. Aynı yıl Erzurum Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atanır. Erzurum’dan sonra ki görev yeri Konya olur. Edebiyat, hayatında ki sürekliliğini korur. Andre Cide, Dostoyevski, Goethe, Edgar Allan Poe gibi isimleri okuyarak; onlarda yeni dünyalar, imgeler keşfetmeye çalışır. Konya’da bulunduğu sırada bir Mevlevi ayininde dinlediği bir Dede Efendi bestesi onda Türk Klasik Müziği’ni tanıma ve anlama duygusu uyandırır. Aynı zamanda sürekli Batı müziği dinleyen Tanpınar’ın günlüklerinde de Beethoven, Lalo Schifrin gibi isimlerden bahseder. Hem Batı hem Doğu formlarıyla musîki onun zengin dünyasında her zaman var olan hayatın ağırlığını hafifleten bir evrendir.</p> <p>                Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşananlar yalnızca büyük bir cihan devletinin yavaş yavaş erimesi, topraklarını kaybetmesi değildi. Şark medeniyetine yabancılaşıp Garp medeniyetinin birçok sahada aldığı mesafeyle hayatları kuşattığı, münevverlerinde dâhil olduğu bütün toplumun arada kalmışlığının nedenlerini, kendisini hayata bağlaya değerlerin sorgulandığı yıllardı. Tanzimat’tan bu yana kalemler, edebiyatımızda yeni bir söyleyişin peşine düşer. Batı karşısında ona öykünerek ama ondan farklı değerler üzerine kurulu bir gelenekten geldiğini unutmadan yeniden başlanmalıydı. Ahmet Hamdi Tanpınar Türk aydının içinde bulunduğu bu sancıyı bütün benliğinde hissetmiş, hayatını Doğu-Batı ekseninde, geçmişine sahip çıkarak yeni olanın güzelliğinin farkına varmaya hasretmişti. Bu nedenledir ki eleştirmen Doğan Hızlan Ahmet Hamdi için; “Tanpınar’ın önemi birçok estetik soruna cevap aramasıdır. Edebiyat tarihi açısından sadece romancı ya da şair olarak kalsaydı, bu türde iyi eserler veren biri olarak değerlenir, ona göre yargılanırdı. Ama Tanpınar bizim kimlik sorunumuz üzerine çok düşünmüş. Doğu-Batı her yazarın üzerinde düşünmesi gereken bir sorunsaldır…” der. Tanpınar Türk musikîsi ve Batı musikîsini dinlemesi, onda dîvan şiirinin ve Fransız şiirinin bir arada olması bu sorunsala yanıt aramasındandır. Buna yanıt ararken de sanat hayatında zirveye koyduğu estetik serüveninin coğrafyasını genişletmektedir.</p> <p>                Otuzlu yaşlarının başlarında estetiğin bütün disiplinlerinde söz sahibi ve geniş bir birikimle hayata bakan bir aydın olan Ahmet Hamdi Tanpınar, bütün birikimini en mükemmele varmaya çalışarak şiire yansıtmak istiyordu. Ona göre şiir; <strong><em>“Hayatımızın maddi taraflarıyla gündelik meşgaleleriyle bir münasebeti olmayan saf bir his uyandırmalıydı. Ulaşılması gereken merhale rüyanın kendisinden ziyade bazı rüyalara içimizde refakat eden duyguyu ifade edebilmekti. “. </em></strong>Tanpınar şiiri sanatın bu kadar merkezinde tutmasına rağmen hiçbir zaman üretken bir şair olmamıştır.  Bunda hocası Yahya Kemal’in şiirine olan hayranlığı bir raddeye kadar etkilidir ama asıl neden,  mükemmele varma çabası ve bu noktada hiçbir zaman tatmin olmamasıdır. Kozmosla insanın birleşmesini naklettiğini söylediği, bir çeşit rüya hali olarak tasvir ettiği <strong><em>“Ne İçindeyim Zamanın”</em></strong> çalışması onun nesiller boyu en çok biline şiiridir. Tanpınar şiir türünde az eser vermesine rağmen birçok edebi isim onun şairliğini yüceltir. Beşir Ayvazoğlu bu konuda  “Tanpınar’ın şairlik kumaşının çok halis bir kumaş olduğunu düşünüyorum.” der. Nitekim Prof. Dr. Mehmet Kaplan Huzur romanını tahlil ederken <strong><em>“Bir Şairin Romanı: Huzur” </em></strong>şeklinde başlık vermesi bu anlamda onun şairliğini tartışılmaz kılmaktadır.</p> <p>                1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü başına “prefösör” unvanıyla getirilir. Birçok öğrencinin yetişmesinin yanı sıra bu disipline getirdiği usullerle de yeni bir çığır açar.  1942 Maraş Mebusu olarak Meclis’e girer. İstanbul’dan, derslerden uzaklaşması uzun süredir tasarladığı hikâye ve romanları yazmak için imkân oluşturur. İlk eseri olan Mahur Beste’de olaylar örgüsünden çok dönemin dokusunun sosyal yapısının irdeler. Daha sonra bugün hemen bütün edebiyat eleştirmenlerince Türk Edebiyatı’nın en iyi romanlarından biri olarak kabul edilen Huzur’da Tanpınar karakterlerin değerlerini, ilişkilerini, dünya üzerindeki konumlarını sorgulayışlarını ve devraldıkları kültürel mirasla başa çıkma çabalarını anlatır. Romanın başkarakterlerinden biri de İstanbul’dur. Hikâye boyunca giderek geçmişi hatırlamanın huzursuzluğuyla bambaşka bir ruh haline bürünür şehir. Bu dönemde Yaz Yağmuru ve Abdullah Efendi’nin Rüyaları gibi Türk öykücülüğüne yeni bir soluk getiren hikâyeler kaleme alır. Edebiyat öğretmenliği döneminde yaşadığı Erzurum, Konya, Ankara ve iki eski payitaht olan Bursa ve İstanbul’u anlattığı Beş Şehir isimli deneme kitabı kendi alanında aşılamamış bir başyapıt olarak yerini alır. </p> <p>                Bir dönem vekillik yaptıktan sonra, İstanbul’a geri döndüğünde tekrar ders vermeye devam eder.  Derslerde işlediği konular çerçevesinde kalem aldığı Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarih alanında yapılan en önemli çalışmalardan biri olma özelliğini günümüzde de koruyan bir kaynak kitabıdır.</p> <p>                1961’de kaleme aldığı Osmanlı toplumundan Cumhuriyet’te geçiş sürecini, bu süreçte değişen dönüşen kurum ve insanları ironiyle bezenmiş mükemmel bir anlatımla ele aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü yayınlar. Tanpınar’ın öğrencisi olan Prof. Dr. İnci Enginün “Genellikle bu tür eleştiri kitapları daha ince olur. Tanpınar bu kadar hacimli bir kitabın bir tek satırında bile karikatüre düşmeden, bayağılaşmadan ironiyi muhafaza etmesi inanılır şey değil.” der.</p> <p>                1962 yılı ocak ayında rahatsızlığı artan Tanpınar 23 Ocak’ta fenalaşarak Haseki Hastanenesi’ne kaldırılır. Aynı gece sabaha karşı hayata gözlerini yumar. Çektiği tüm acılar, sıkıntılar ona kalmıştır belki ama kısa ömrüne sığdırdığı onlarca eseri ise biz okuyucularına…</p> <p>                Saatin kendisi mekân, yürüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki zaman ve mekan insanla mevcuttur….</p> <p>                                                                                                                                                             GÖNÜL ALICI</p> <p> </p>