BABİL KULESİ MAKALELER

DÖRT ARKETİP

Jung bu eserinde her insanda bulunan bilinçdışını; mitler, simgeler ve ritüelleri psikolojik bağlamda ele alarak, düşlerimizin ve davranışlarımızın psikanalizi ile örnek vakaları kullanarak karşılaştırmıştır. Bunu yaparken öncelikle konunun doğru anlaşılması için tanımlara yer verir.

İlk bölümde arketipi “Tüm fenomenlerin öncesinde ve üstünde olan ilk imge.” diye tarif edip Platon'un “idea”sıyla eşanlamlı bir kavram olarak açıklamıştır. Ayrıca psişik olan her şey önceden biçimlenmiş olduğu için, özellikle bilinçdışı eğilimlerden kaynaklananların da önceden biçimlenmiş olduğunu, “fantezi” örneği ile açıklamıştır.

“Arketiplerin var olduğuna dair kanıttan yoksun olsaydık, tüm akıllı insanlar böyle bir şeyin olmayacağı konusunda bizi ikna etselerdi bile, en yüce değerlerimizin bilinçdışına gömülmemesi için arketipleri icat etmemiz gerekirdi.” Sözleri ile arketiplere mantıksal kanıt sunar.

“Anne arketipi”ni çocuğun psikolojisine annesinin etkisi dışında; Antik Yunan, Hint, Sümer mitolojileri ve tanrıça örnekleri ile çocuğun anneye yansıttığı arketiplerle anlatır. Çocuklardaki nevrozun nedenini öncelikle annede arar. Nevrozun aşırı evhamlı bir annenin çocuğunda görülmesinin yanı sıra çocuk fobilerinde annenin hayvan, cadı vb. fantezileri mitolojik kökenli bilinçdışı koşullanmalardan değil, masallardan, tesadüfen duyulmuş sözlerden kaynaklanabileceğini söyler.

“Anne arketipi”nin oluşturduğu anne kompleksinden ve etkilerinin kız veya erkeklere göre farklılık gösterdiğinden bahseder. Etkileri “Erkek çocuklarda eşcinsellik, Don Juanizm ve bazen de iktidarsızlıktır.” der. Bu etkiye mitolojideki, Kybele-Attis ideolojisini örnek gösterir.

Kızlardaki etkilerini ise, dişil içgüdülerinin aşırı güçlendiğini veya onlara ket vurulduğunu örnek vakalarla açıklar. En önemlileri olan, anneliğe özgü unsurların hipertrofisinin (örn: Demeter) olumlu yönü; her tür oluşum ve değişimin, başlangıç ve sonun gizemli kaynağı anne sevgisi olmasıdır.

Anneyle özdeşleşme  (örn: Persephone): Olumlu yönü; sahip olduğu boşlukla erkeğe yazgısını yaşama mutluluğu vermesidir.

Anneye karşı direnç: Olumlu yönü; erkeğe manevi lider ve danışman olup, dış dünyanın bilmediği önemli bir rol oynayabilmesidir.  

Bu bölümün sonucu olarak bize “İnsan bir arketiple mümkünse asla özdeşleşmemelidir, çünkü bunun sonuçları psiko-patolojiden ve dönemin bazı olaylarından anlaşıldığı gibi dehşet vericidir.” der ve Nietzsche'nin “Zerdüşt”ünün bir de psikolojik açıdan dikkatle okunmasını önerir.

Çin felsefesindeki Yin-yang örneğini vererek zıtlıklar olmadan hiçbir şeyin var olmayacağını ve bundan yola çıkarak dişil madde kabul görmeden ruhun yükselişe geçemeyeceğinden dem vurur.

İkinci bölüm yeniden doğuş üzerinedir. Biçim olarak “Ruh göçü (örn: Buddha), Reenkarnasyon, Diriliş, Yeniden Doğuş (örn: İsa'nın yücelmesi), Dönüşüm Sürecine Katılım (örn:Eleusis gizemleri, ritleri)”den ve bahseder.

Yeniden doğuşun psikolojisini “Kutsal ritüeller ile yaşamın aşkınlığının deneyimi ve öznel dönüşüm olarak ikiye ayırarak inceler. Öznel dönüşümde psiko-patolojide önemli bir rol oynayan “Kişiliğin azalması, çoğalma anlamında dönüşüm, içsel yapının değişimi, bir grupla özdeşleşme, bir kült kahramanla özdeşleşme, büyülü işlemler, teknik dönüşüm, doğal dönüşüm” çeşitlemelerini anlatır.

Bunların içinde dikkat çekici olan, grupla özdeşleşmede ortak deneyimin nispeten daha düşük bilinç düzeyinde gerçekleşmesidir. Bu yüzdendir ki; ulaşılması daha kolaydır ve daha sık gerçekleşir, fakat insanda daha derinlere inmediği için değişim kalıcı değildir. Grupta kaçınılmaz olan psikolojik gerileme, kısmen de olsa ritlerle, bilinçdışı bir güdüselliğe dönmesini engelleyen kült törenlerle önlenir.

Bölümün üçüncü kısmında dönüşüm sürecini canlandıran bir simge dizisi örneği olarak; Kur'an'ın Kehf (mağara) süresindeki Hızır ve Yedi Uyurlar'dan bahseder.

Üçüncü bölümde masallarda ruhun fenomenolojisinden bahseder. Öncelikle doğa bilimlerinde, gözlemlenen şeyin “töz”ünün ne olduğu sorusunu sorabilmek için dışarda bir Arşimed Noktası'nın olması gerekir. Fakat psike'nin dışarda böyle bir noktası yoktur, çünkü psike'yi yalnızca psike gözlemleyebilir.” der.

“Geist” sözcüğünün etimolojik olarak “köpük, maya, hayalet, rüzgar” gibi birçok farklı anlamda kullanıldığından bahseder. Psikolojik açıdan kuşku duyulmayacak bir özerkliğe sahip olan ruhun kendini spontane bir biçimde sergileyebileceğini dikkate alınmasını salık verir.

Ruhun düşlerde kendini cüce, konuşan bilge hayvanlar ve yaşlı bilge figürü olarak gösterdiğini ve gulyabani ya da hayvan görünümündeki ruh arketipi; insanın idrak, anlayış, iyi bir tavsiye, karar gibi şeylere ihtiyaç duyduğu ama kendi imkanlarıyla bunlara ulaşamadığı durumlarda ortaya çıktığını söyler. Düşlerde olduğu gibi mit ve masallarda kendini gösterdiğini; Fin, Kafkas, Rus, Amerika, Estonya, İran, İspanyol, Balkan, Alman (Grimm Kardeşler) masallarını karşılaştırarak bize bütünsel bir bakış açısıyla sunar. Örnek olarak “Ağacın Üzerindeki Prenses” masalında kullanılan sembollerin ve sayıların analizini yaparak, Platonun “Timoius” eseri ve “Herakles Mit”i ile de benzerlikleri gösterir.

Jung ilginç bir belirleme yaparak “Alman masallarında da bulunan Hristiyan Wotanizmin çarpıtılmış olarak, Nasyonal Sosyalizmin de psikolojik vaftiz babasıdır.” der. Dünya savaşını örnek göstererek toplumsal durum analizini bunun üzerinden yaparak, insanlığın kendisi hakkında bilgi sahibi olmasında, psikolojinin yerine, hep karşı tarafın suçlanabildiği “Savaş olsun daha iyi.” yorumunu yapmaktadır. Sonuç olarak “Ruh arketipi hem iyiliğe hem de kötülüğe muktedirdir ama iyiliğin şeytanlığa dönüşüp dönüşmemesi insanın özgür, yani bilinçli iradesine bağlıdır ve insanın en büyük günahı bilinçsizliktir.” der.

Dördüncü bölümde hilebaz figürünün psikolojisini Kızılderili Mitolojisi, Grimm Masalları “Aptal oğlan Hans, Keloğlan, Mercür, Şaman, Büyücü Hekim”, İtalyan komedi sahneleri ve Ortaçağ Kilisesi'ndeki karnaval gelenekleri, Budalılar Şenliği üzerinden açıklar. Bu psikolojinin işlevi ile ilgili şöyle söyler: “Kızılderili, bilinci ancak daha yüksek bir düzeye ulaştığında, eski halini bir başka durum olarak kendinden ayrı tutup nesneleştirebilirdi, yani kelimelere dökebilirdi. Daha alt ve düşük seviyeye geri dönüp bakması, ancak daha yüksek bir bilinç düzeyine ulaşmasıyla mümkün olmuştur.” Kitabın sonlarına doğru, eğer mitoloji tarihsel bir artık ise, neden şimdiye dek kaybolmayıp uygarlığın doruklarında bile budalalığı ve grotesk tuhaflığı nedeniyle eğlendirici rolü oynamadığı yerlerde bile etkin varlık gösterdiğini sorar. Mitosun tekrar tekrar anlatılmasını ve unutulmamasını terapik anamnezi (tedavi edici anımsama) durumuna bağlar.

Son olarak şu tespitlerde bulunur: “İnsanın dünyaya Tabula Rasa (boş levha) olarak geldiği fikri ile hareket eden kişi esenliğini devletten bekler ve kendi yetersizliğinden toplumu sorumlu tutar. İhtiyaçları karşılandığında varoluşun anlamına ulaştığını sanır. Bu önyargıların etkisiyle, birey kendisini tümüyle çevresine bağımlı hisseder ve kendi içine bakma yetisini yitirir. Dolayısıyla etik değerleri, neyin yasak ya da zorunlu olduğu bilgisiyle bastırılır. Bu durumda, bir askerin üstünden aldığı bir emri ahlak süzgecinden geçirmesi nasıl beklenebilir ki?”

Gizemi sayesinde mitos, bilinçli bir biçimde anlaşılıp anlaşılmadığından bağımsız olarak, bilinçdışına doğrudan etkide bulunur. Bizde en aydın kişi bile, Noel Ağacı adetinin ne anlama geldiğine dair bir fikir sahibi olmadan çocuklarına bir Noel Ağacı dikecek ve buna yorum getirecek kişinin lafını derhal ağzına tıkacaktır. İnsan dışarıdan bakıldığında uygar bir insan gibidir ama kendi içinde bir ilkeldir. Çünkü kökenini ele vermeyi istemez. Bir başka yönü de, bütün bunları çoktan aştığına inanmasıdır. Ayrıca insan psikolojik olarak ancak yaşadığını anlar.” sözleriyle kitabını bitirir.

Davranışlarına, düşüncelerine bir de Jung'un gözüyle bakmak, kendini dönüştürmek ve bilincini genişletmek isteyenlere bu kitabı okumayı ve üzerinde düşünmeyi tavsiye ederim.

  Kaynak: CARL GUSTAV JUNG, Metis 

Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer