BABİL KULESİ MAKALELER

YUNUS EMRE

ÖZÜN  TOHUMLARI
‘‘Kah eserim yeller gibi, kah tozarım yollar gibi,  Kah akarım seller gibi, gel gör beni aşk neyledi.  Ben yürürüm ilden ile, dost sorarım dilden dile  Gurbette halim kim bile, gel gör beni aşk neyledi.  Kendimi bilmem yürürüm, yarimi düşte görürüm,  Uyanır melûr olurum, gel gör beni aşk neyledi.  Miskin Yunus bi-çareyim, baştan ayağa yareyim,  Dost elinde bi-çareyim, gel gör beni aşk neyledi.''

Yunus'un hayatı dünya ve dünyanın şartlarına yabancılaşmış, hayatın gece ve gündüz, zevk ve acı, doğum ve ölüm gibi birbirini izleyen kısır döngüsü içinde kapana kısılmış bir insanın yolculuğudur. 13. yüzyılın zor şartlarından, karışık siyasi hayatından ve özellikle Moğol istilalarından yorulmuş halk korku ve endişe içinde bilinçsizce sığınacak bir kucak aramıştır, bu yüzden 13. yüzyıl sufi zm ve İslam Felsefesi'nin yüksek tepelerine  çıkıldığı zaman olmuştur.               Bu sufi zm yolculuğunun başında Yunus fakir bir rençberdir. Kıtlıktan dolayı fakirliği iyice artmıştır. Uzaklarda türlü kerametlerini duyduğu Hacı Bektaş Veli'den yardım istemeye karar verir. Dergaha giderken hediye olarak bir demet alıçla beraber gider. Hediyesini sunup ondan biraz buğday istediğini söyler.            Hacı Bektaş Veli ona ‘‘Buğday mı erenler himmeti mi'' istediğini sorar, ve Yunus buğday istediğini söyler. Hacı Bektaş onu birkaç gün misafi r ettikten sonra tekrar sorar. Ve yine buğday  istediğini söyleyen Yunus'a  buğday verilir. Buğdayı alıp geri döner. Ama Yunus kaybettiği şeyin büyüklüğünü dönüş yolunda anlamıştır. Dergaha dönüp yüz sürer. Fakat Hacı Bektaş'ın sözü şöyledir: Onun kilidi artık Tabduk Emre'ye verilmiştir. Gayri gidip ona başvursun…
  Yunus  Tabduk Emre'nin dergahına kabul edilip odunculuğa tayin edilir. Ve Yunus Emre'nin eğitimi başlar. 40 yıl dergaha odun taşır. Ve bir tek eğri odun bile getirmez. 40 yılın sonunda dergahtaki eğitimini tamamlar ve işitilmemiş ilahiler , duyulmamış nefesler  söylemeye başlar.     

  Tasavvufta dervişin sembolü toprak ve su ile yeşeren ağaçtır. Yunus aslında kendisi bilmese de derviş olmak için gitmiştir Hacı Bektaş'ın dergahına. Dervişlerin işi Allah'ı aramakla da eş anlamlı olan gerçek benliğe ulaşma, insanın kâmil olma yolculuğudur. 
  Tasavvufa göre Allah  âmâ makamının dipsiz karanlığı içinde muhteşem bir hazine iken özünün ihtişamına  yani sonsuz öze döner; bu özü sever onunla aşk saçar.  Bu kusursuz hazinenin bilinmesini ister ve ışık olur. Varoluşun başlangıcı bu sonsuz güçtedir. 
   Gerçek vücut tektir, ve o da haktır, yansıması da ‘‘Külli Nefs''tir. Bu yansıma ve yansıyan, yani görünen ve gören ilişkinden de BİLGİ, yani ilahi anlayış ya da ilahi bilgi doğar. Buna ‘‘Kelam'' da denir. Bu, varlık kendini kendisi vasıtasıyla bilir anlamına gelir.

İşitirim sözünü,  Göremezem gözünü,                                                          

Yüzünü görmek için, Canımı veresim gelir.

Senin kokunu duydum, Terk eyledim bu cihanı,

Götür yüzünden perdeyi, Didârına göyüneyim.''

 ‘‘Külli akıl'' ya da ‘‘İnsan-ı Kâmil'' denen bu ilahi bilinç bütün ruhların ya da eşyanın temel maddesi olan evrensel ruh, yani ilahi bilinçtir. Bu ilahi bilinç Allah'ın ‘‘Ol'' emriyle görünür ve idealar dünyasından varlıklar dünyasına iner. Bu inişle önce mineral(cansız varlık), sonra bitki, sonra hayvan ve daha sonra da insan şeklinde görünür. Yani bütün varlıkların ruhu birdir. Ancak Allah sadece insanın ruhuna kendinden tohumlar gizlemiştir. İşte bu yüzden insan mertebesine yükselen sonsuz ruh kendi çabası ve Allah'ın lütfuyla derece derece yükselerek İnsan-ı Kâmil olur. Bu iniş ve çıkışa ‘‘Devir'' denir. İniş Allah'ın işiyken yükseliş insanın da çabasını gerektirir. Çünkü insan hayvan değildir ama henüz olabileceğini olmamıştır. Yani evrim tamamlanmamıştır.
 İnsana kadar evrim kendi kendine oluşmuştur. Ancak insanla bilinç doğar. Bilinç bireyselliği yaratır. Bilinçle birlikte bireyselliğinin farkına varan insan kendini ayrı bir bütün olarak görmeye başlar ki bu da yalnızlık demektir. Bu da insanın gelişip gelişememe, evrim geçirme özgürlüğüne sahip olması demektir.   Bilinçli evrim insanla başlar. Bu da tabi ki insan istediği zaman başlar.    Bir ağacın ağaç olabilmesinin bütün sırrı tohumunda gizlidir. Bu örnek gibi Allah'ın kalbimize sakladığı o küçücük tohumda insanın kâmil olma bilgisini taşır. Nasıl bir tohum ağaç değilse ve ağaç olabilmek için suya ve toprağa ihtiyacı varsa alt ve üst bedenin de o gizli tohumu büyütebilmek için ihtiyaç duyduğu gıda farklıdır.     İşte insanın özgürlüğü burada devreye girer. Beslemek ya da eksik kalmak… Nitekim Hacı Bektaş Veli de Yunus'a bedeni besleyecek buğday yerine ruhu besleyecek nefes vermeyi önerir. Fakat her zaman yaşandığı gibi sonsuz öz kapıyı çok kez çalar ama biz dış dünya ile uğraşmaktan içimizden gelen sesleri duyamayız. Bu ses de bize doyumsuzluk olarak  kendini gösterir. Yunus da bunu anlar ve geri döner.      Arayışı onu zor bir eğitime dahil eder.  Neden 40 yıl ? - Çünkü olgunlaşmanın kestirmesi yoktur…    Tasavvuf, hayatta izlenecek en zor yollardan biridir. Hiç kimse disiplin ve feragatin ağır ilkelerini bir kenara iterek aydınlığa ulaşamaz. Onu hedefe götürecek olan yol yalnızlık ve harap olma yoludur. Bu yol zahiri bir çekiliş değil içsel bir kopuşu ele alır. Yunus'un ses çıkarmadan çalıştığı kırk yıl bu yolda gereken sabır, azim ve adanmışlığın yoğunluğunu gösteren bir semboldür. Üstelik 40 yıl boyunca dergaha getirdiği odunların hepsi dümdüzdür. Çünkü bizi sonsuza götürecek sırat köprüsü her işin Allah'a yakışır doğrulukta olması, Arapçada  Allah kelimesinin baş harfi  olan ‘‘Elif'' gibi bu doğruluğu anlatmalıdır.

Kendini tanımak zordur ve insanın kendini tanımak için verdiği savaş insanlığın en büyük savaşıdır…


 ‘‘İlim ilim bilmektir, ‘‘İlim ilim bilmektir, ‘‘İlim ilim bilmektir,  ilim kendin bilmektir,  ilim kendin bilmektir,  ilim kendin bilmektir,  sen kendini bilmezsen            sen kendini bilmezsen            sen kendini bilmezsen            bu nice okumaktır'' 

Gerçeği bulmak için bir şeye daha sahiptir insan… O da kalptir. Çünkü Allah bizi var ederken o ilahi tohumu, o ilahi bilinci kalbimizin en derinlerine ekmiştir. Ben denilen varlık yani hakikat onda gizlidir. Bunun adı saf bilinçtir ve bizi sonsuz öze götürecek olan şey budur. Bu saf bilincin ortaya çıkması için Hint Felsefesi'ndeki Kamamanas'ın yönetilmesi yani   kişiliğin kırılması gerekir. Tekrar bütüne dönebilmek için yapılması gereken en önemli şeydir.              Yunus da yıllar geçtikçe egosunu yenerek hakka aşk ile bağlanmaya ve kişiliğini yenmeye başlamış ve yaradanına kopmaz bağlarla bağlamıştır. Yunus'a göre insanın bu dünyadaki mutluluğu sonsuz değildir ve insan hep  koptuğu ağacı bulmaya çalışan bir yaprak  gibi  bütününü arayan bir parça olmuştur. Onun için ölüm bir döngüdür.              Yunus artık derviş olma sürecine girmiştir. Bizi görünen dünyadan görünmeyen dünyaya geçirecek olan kapı Evrenin Ruhu, İnsan-ı Kâmil, İsa, Krişna ve Buda gibi gelmiş geçmiş kutsallık simgeleri, ermişlerin ruhu olan ilahi bilinçtir.


 ‘‘Dört kitabın manası,  Bellidir bir Elif'te,  Sen Elif'i bilmezsen,   Bu nice okumaktır.'' 

Ve artık Tabduk Emre Yunus'a ‘‘Senin kilidin artık açıldı.'' der. Yunus bütün varlıkta kendini bulur, bütün dinlerin amacının aynı olduğunu anlar.                  İnsan bu dünyada tanrıyı ancak kalbinde görür. Çünkü bu dünyada insanın tanrıyı görmesi        kainatın yok olması demektir.             Allah'la bir olan Yunus'un artık hiç bir isteği kalmamıştır. Egosunu yenmiş, ölmeden önce ölmüş böylece ikilik zincirinden kurtulup hayatın en büyük amacını gerçekleştirmiş olur… 

  ‘İikilikten usandım,    

 birlik hanına kandım    

  Derdin şarabın içtim,    

 dermanım yağma    olsun'' 

SEDA ÖZTÜRK                                                                                                                                                                       Kaynaklar:

1- TRT Yunus Emre Belgeseli              

 2- Nihat Sami Banarlı Türk Edebiyatı Tarihi                

3- Fuat Köprülü Türk Edebiyatı Tarihi